Blogun amacı

Bu blog, felsefe bölümünde verdiğim "insan felsefesi" adlı dersin içeriğinin kısa bir özetinden oluşmaktadır, bu nedenle hedef kitlesi öncelikle dersi alan öğrenciler olmakla birlikte felsefeye gönül veren herkes bize katılabilir...

16 Nisan 2012 Pazartesi

7. DERS: Arnold Gehlen ve İnsan



  • M. Scheler’in geist teorisine bir tepki olarak Gehlen’in biyoloji temelli antropolojisi

  • İnsana ilişkin bir yapı ya da öz arayışının ortadan kalkması

  • Morfolojik olarak insan ile hayvanın karşılaştırılması

  • İnsanın bir “eksiklikler varlığı” olması ne anlama gelir?

  • İnsan hangi anlamda bir organ ilkelliğine sahiptir?

  • İnsan, sahip olduğu bu eksiklikleri ve organ ilkelliğini nasıl kapatır?

  • İnsan realiteyi nasıl değiştirebilir?

  • Gehlen’in felsefi antropolojisini ne açılardan eleştirebiliriz?


M. Scheler’in geist temelli antropolojisini, insanı biyopsişik ve geist varlığı olmak üzere birbiriyle ilişkisi olmayan iki varlık alanına ayırdığı için eleştiren Gehlen, biyolojik gözlemlere dayanan yeni bir antropoloji ortaya koyar. Gehlen’e göre Scheler’in insan anlayışı bilimin ortaya koyduğu deneysel sonuçlarla uygunluk içinde değildir çünkü geist gözlemlenemeyen bir varlık alanına işaret eder. Gehlen, insanın onu diğer canlılardan ayıran özünü ya da ona özgü olan yapısını ortaya koyma niyetinde değil. Bu anlamda şimdiye kadar ele aldığımız filozoflardan farklı, ona göre böyle bir yapı farkını araştırmaktan ziyade insanın dünyadaki “özel yeri” betimlenmelidir. Gehlen’in ilgilendiği bir essentia (öz) problemi değil, insanın doğa içindeki gelişmelerinden oluşan betimsel bir antropolojidir. Gehlen, insanın bu özel yerini biyolojik ve pragmatist bir açıdan ele alır. Önce morfolojik anlamda insan ile hayvanı karşılaştıran Gehlen, hayvan ve insan biyolojilerinden hareketle insanın bir eksiklikler varlığı olduğu sonucuna ulaşır. İnsanın kendisini savunacak doğal organları yoktur, düşmanından koşarak kurtulan hayvanlar kadar çevik değildir, onu soğuktan koruyacak bir tüy örtüsüne sahip değildir, keskin dişleri ve pençeleri yoktur. Duyuları da hayvanlar kadar keskin değildir, içgüdüleri de son derece zayıftır. Hem embriyonal dönemi hem de çocukluk dönemi hayvanlarınkinden çok daha uzun sürmektedir yani bakıma muhtaç oldukları dönem hayvan yavrularınınkinden çok daha uzundur. O halde insanın gelişmesinde gecikme vardır (retardation). Doğuştan ancak bir yıl sonra insan fertleri yürümeye ve konuşmaya başlarlar. Oysa bütün hayvanlar birkaç hafta sonra hareket etmeye ve anlaşmaya başlarlar. İnsanın ağırlığı ve büyüklüğü ilk yılda hızlı bir şekilde artarken sonraki yıllarda yavaşlaması ve bunun 18 yaşına kadar sürmesi de onun çok uzun süre bakıma muhtaç olduğunun bir göstergesidir. Aslında tüm bunlar insanın gelişimini tamamlayamadan doğduğunu gösterir. İnsan yavrusunun embriyo dönemi doğduktan sonraki 20. aya kadar devam eder. Oysa insan 9. ayda doğar. İnsan tüm bu bakımlardan bir eksiklikler varlığıdır. İnsanın diğer bir eksikliği organlarının işlevlerinin özelleşmemesidir. Organlarının özelleşmesi her hayvan türünü belli bir çevreye bağlar. Örneğin maymunların özelleşmiş organları kollarıdır, ağaçlar üzerinde rahatça hareket edebilirler. Devekuşunun özelleşmiş organları bacaklarıdır, o uçamaz ama düz arazilerde çok hızlı koşabilir. Ama bir maymun düz bir arazide yaşayamaz, aynı şekilde devekuşu da ağaçlarla kaplı bir ormanda rahat yaşayamaz. Buradan çıkan sonuç şudur: her hayvan türünün özel organları her defasında tam olarak belirlenen bir çevreye uyarlar. Bir hayvanın organlarından, bu hayvanın içinde yaşadığı çevreyi, iklimi, araziyi, gıdayı, düşmanlarını bilebiliriz. Hiç kimse beyaz kutup ayısını ormanda, fili Kafkas dağlarında aramaz. İnsanın ise işlevi özelleşmiş organları yoktur. Yani onda tam bir organ ilkelliği söz konusudur. Ama tam da bu sebepten hayvan çevresine uymak zorundayken, insan çevresine uymak zorunda değildir. Organlarının özelleşmesi hayvanı özel bir çevreye bağımlı kılarken, insan çevre şartlarının her türlü özel durumu karşısında hürdür. Ona bu özgürlüğü elleri ve zekâsı sağlar. İnsan eğer, elleri ve zekası olmasaydı sahip olduğu bu eksiklikler ve organ ilkelliği nedeniyle doğal yaşamda ölüp giderdi ve nesli tükenirdi. Ancak elleri ve zekası ile insan çevresini değiştirebilir. Çevresine uymak yerine onu kendisine uydurabilir. Bundan dolayı özelleşmiş organların gelişmesine gerek kalmamıştır. İnsan, realiteyi zekası ile değiştirip kendi özel ihtiyaçlarına uydurur. İnsan, yeni organlar veya fiziki özellikler geliştiremez, soğuktan korunmak için tüy örtüsüne sahip olamaz ama elleri ve zekası ile giysi üretir, ateş yakar ve soğuktan bu şekilde korunur. İnsan keskin dişlere ya da pençelere sahip olamayacaktır ancak elleri ve zekası ile kesici aletler ya da silahlar yaparak kendisini korur. Sandal yaparak ırmakları aşar, ormanda da dağda da yaşayabilir. Kanatları yoktur ama uçak yaparak uçabilir. İşte bu yüzden insan belli bir çevreye bağımlı değildir, yer yüzüne yayılmıştır ve her yerde yaşayabilir. Oysa hayvan türleri, coğrafya bakımından sadece yaşayabilecekleri belli bölgeler içinde kapalı kalmışlardır. İnsan organ ilkelliğini elleri ile içgüdülerinin zayıflığını ise zekası ile kapatır. Örneğin büyük bir köpek, küçük bir köpeği içgüdülerine dayanarak ısırmaz ya da küçük bir köpek, büyük bir köpek tarafından kovalanıyorsa, sırt üstü yatar ve boynunu ona uzatır, böylece büyük köpek onu ısırmaz. Hayvan bu davranışı içgüdüleri ile yaparken, insan ise zekası ile savaşta teslim bayrağı çeker böylece düşman ona zarar vermez. İnsan davranışlarını etikleştirir ve rasyonalize eder. Olaylara pragmatik açıdan yaklaşarak onları kendi lehine çevirebilir. Gehlen evlilik kurumunun da böylesi bir pragmatik temele dayandığını düşünür. İnsan cinsel hayatı düzenlemek ve doğacak çocukların bakımını kolaylaştırmak için evlilik diye bir kurum icat etmiştir. Morfolojik olarak insan, özelleşmemiş, gecikmiş, fetal durumda kalmış bir canlıdır. Bunlar hayvan bakımından görülürse negatif niteliklerdir. Pozitif olarak tanımlanırsa insan, zekaya sahip olan ve zekaya dayanarak eylemde bulunan bir canlıdır. Bundan dolayı istediği herhangi bir çevrede yaşayabilir, çünkü zekası ile bu çevreyi kendi ihtiyaçlarına uygun olabilecek şekilde değiştirebilir. İnsan, ateş, alet ve silah olmadan hiçbir çevrede yaşayamaz ama bütün hayvanlar bunu yapabilir. Bu yüzden insan doğayla değil de kültürle bağlantı içinde görülmelidir. Çünkü kültür de zeka ile değiştirilmiş, yapma bir doğadır. Şu halde kültür biyolojik bir kavramdır, çünkü insanın hayvan biyolojisinden farklı olarak kendine özgü bir biyolojisi vardır. Kültürden bahseden kimse insandan, insanda bahseden kimse de insanın morfolojisinden ve fizyolojisinden bahsediyor demektir. Şunu unutmamak gerekir ki Gehlen, zeka davranışının insanda ortaya çıkmasının nedenini insan beyninin hayvan beyninden daha büyük oluşuna bağlamaktadır. Dolayısıyla hayvanlar arasında da beynin gelişiminin büyük olması ölçüsünde zekanın artması söz konusudur. O halde insan ile hayvan arasında özsel bir fark yoktur sadece biyolojik bir fark vardır. Gehlen’in felsefi antropolojisini ne şekilde eleştirebiliriz, düşünün arkadaşlar derste konuşacağız.

1 yorum:

zorba ve molla dedi ki...

sorun şu ki gehlen'in çalışmaları bir yana, yaşamı hakkında bile türkçe kaynak bulmak pek olanaklı değil. durum buyken ve dersten bir gece öncesinde konu belirlenmişken eldeki çok sınırlı özetle bunu tartışmak ne derece olanaklı olabilir?
hiç değilse aynı sorunla karşılaşan diğer arkadaşlar için columbia university çevirisiyle ingilizcesinden okumak için yol göstermiş olayım:
http://solomon.tinyurl.alexanderstreet.com/cgi-bin/asp/philo/soth/documentidx.pl?&alldocauthorids=per0212353&sortorder=sourcetitle_sort_primary,sourcetitle_sort_secondary,docid
bir uyarı daha: metin çok uzun, metin gerçekten uzun.