• Platon’un tüm felsefi sistemini üzerine inşa ettiği zemin nedir?
• Neden Platon böyle bir zemine ihtiyaç duymuştur?
• Platon doğrudan “insan nedir?” sorusunu sormak yerine niçin “adil bir devlet nedir?” sorusu ile başlamıştır?
• Platon, topluma ilişkin yaptığı çözümlemenin tekil birey için de geçerli olduğu fikrine nasıl ulaşmıştır?
• Platon’un Phaidros diyalogundaki at arabacısı örneği
• Platon’un mağara benzetmesi
• Platon’un sisteminin zemine yönelik ciddi bir eleştiri: Üçüncü Adam Argümanı
Platon doğrudan ve sistemli olarak bir felsefi antropoloji kurmamıştır. Ancak yine de Platon’u incelememizin nedeni, onun insanı akıl ve beden olmak üzere iki kutba ayıran görüşüyle ilk dersimizde eleştirdiğimiz akıl anlayışının tohumlarını atmış olmasıdır. Aklın rehberliğinden yoksun olan bedensel duygu ve istemelerin insanı köleleştirdiği kabulü, zamanla akla aşırı bir vurgu yapılmasına ve akıldan anlaşılanın farklılaşarak onun araçsal hale gelmesine neden olmuştur. Böylelikle insanı özgürleştireceği düşünülen aklın, 20. Yüzyılda onu daha farklı türden bir köleliğe düşürdüğü görülmüştür. Platon aklı ve bedeni birbirinden ayırarak ve bedenin aklın kontrolü altında olması gerektiğini ifade ederek zamanla akla yapılacak olan bu aşırı vurgunun da temellerini atmıştır.
Platon’un felsefi sisteminin dayandığı en temel kabul idealar teorisidir. Peki Platon neden idealar kuramına ihtiyaç duymuştur? Üzerinde konuştuğumuz şeylerden hepimizin aynı anlamı çıkarabilmemiz, değerlendirmelerde bulunabilmemiz için bir standart gereklidir. Tahtaya çizdiğimiz doğrunun gerçekten bir doğru olup olmadığını bilmemiz için önce bir doğru formuna sahip olmamız gerekir. Bir şeye güzel demek için önce kafamızda bir güzellik formu olmalıdır. O halde ölçme ve değerlendirmelerimizde bir standart olmak zorundadır. Çevremizde gördüğümüz şeyler değişmektedir, örneğin yeşil bir yaprak bir süre sonra kahverengine dönüşebilir. Ya da bir metre uzunluğundaki bir çocuk, bir süre sonra iki metre boyundaki bir insana dönüşebilir. Ama burada değişen şey, yeşil renge sahip olan yapraktır, uzunluğa sahip olan insandır. Rengin kendisi, başka bir deyişle renklik ya da uzunluğun kendisi değişmeden kalmaktadır. O halde Platon’u idealar kuramına götüren bir diğer neden de değişmeyen şeylerin varlığıdır. Daha güçlü bir sebep ise, ezeli-ebedi doğruların varlığıdır. “Şu an kar yağıyor” önermesi belli bir zaman dilimi içinde ve belli bir mekanda gerçekleşmektedir. Ancak “7x7=49” önermesi evrenin her yerinde ve her zaman diliminde doğrudur. Böylesi zorunlu doğruların varlığı Platon için her yerde ve her zaman geçerli olan adalet, iyilik, güzellik gibi başka formların varlığına gönderimde bulunmuştur. O halde hepimizin aynı şeyi anlayacağı ve ona yaklaşmaya çalışacağı bir adalet ideası vardır ve felsefe buna ulaşmamızı sağlayabilir. Öyleyse “adil bir toplum nasıl olur?” sorusuna yanıt bulunabilir.
Platon’un adil bir insanın neliğinden önce adil bir devletin neliğini araştırmaya iten en temel ve insani neden, kuşkusuz onun Sokrates’in öğrencisi olması ve bildiği pek çok şeyi kendisinden öğrendiği hocasının adaletsiz biçimde öldürülüşüne şahit olmasıdır. O halde Platon’un tekil bireyi ele almadan önce adil ve doğru bir toplum oluşturma çabası anlaşılırdır.
Adil bir devletin sahip olması gerektiği erdemleri Devlet’in 4. Kitabında inceleyen Platon, bilgelik, cesaret ve ölçülülük erdemlerinin gerçekleşmesi durumunda dördüncü erdem olan adaletin kendiliğinden gerçekleşeceğini ortaya koyar. Aklını kullanarak bilgelik erdemini gerçekleştirecek ve toplumu yönetecek olan kişi filozoftur. Cesaret erdemi ile toplumu koruyacak olan kişiler savaşçılardır, ölçülülük erdemini gerçekleştirerek toplumun maddi ihtiyaçlarını karşılayacak kişiler ise tüccarlardır. Böylelikle Platon toplumun üç ayrı katmandan oluştuğunu ifade eder. Her katmandaki insanlar kendi işlevlerini gerektiği gibi yaparlarsa, tıpkı bütün organlarının kendine uygun görevini yerine getirmesi demek olan sağlık gibi adil bir tolum da kendiliğinden oluşacaktır.
Platon’un bu üç parçayı insan ruhuna da uygulaması ilk çağda hakim olan makrokozmos ve mikrokozmos anlayışının bir ürünüdür. Evren ve insan, düşünce ve varlık ya da devlet ve insan birbirine benzer yapıdadır. İnsan, devletin küçük bir yansımasıdır. Bu nedenle toplum için geçerli olan yapı, tekil birey için de geçerlidir. Bu, daha sonra Aristoteles’in kategorilerinde somutlaşacak olan, sembolik mantıkta ise dilin dünyayı yansıttığı kabulüne gidecek olan anlayıştır.
Phaidros diyalogunda Platon verdiği at arabacısı örneğiyle üç parçalı ruh anlayışını netleştirir. Solda siyah ve hırçın bir at arabayı çekmeye çalışmaktadır, sağda yer alan beyaz ve uysal at ise arabacının kırbacına ihtiyaç duymadan yol almaya hazırdır. Arabacının görevi ise bu iki atı tek bir yöne sürmektir. Burada arabacı aklı ve aklı sembolize ederken, siyah at kontrol altına alınması gereken bedeni ya da iştahı, beyaz at ise ikisi arasında dengeleyici rol oynayan ve akla daha yakın olan iradeyi temsil eder. Arabacının erdemi bilgelik, beyaz atın erdemi cesaret, siyah atın erdemi ise ölçülülüktür.
Platon mağara benzetmesi ile aklını kullanmayan insan portresini somutlaştırır. Bu analojide mağaraya zincirlenmiş insan, bireyselleşmemiş, gördüğü gölgelerin gerçek olduğu yanılsaması içinde sorgulamadan yaşayan ve farkındalığı oluşmamış bir canlıdır, henüz onun bir kişi olduğundan bahsedilemez. Mağaranın tamamı toplumu simgeler, gölgeler; toplumda sorgusuzca kabul gören değer yargıları ve normları sembolize eder, zincir; aklını kullanmayan ve bedensel yanını kontrol altına almayan insanın köleliğini temsil ederken, ışık ise doxa karşısında yer alan gerçek ve doğru bilgi olan epistemeyi temsil eder.
Platon’un tüm sisteminin temelinde yer aldığını söylediğimiz idealar kuramı acaba gerçekten de sağlam mıdır? Eğer değilse Platon’un Adalet idesine göre şekillenen devlet kuramı da sağlam olmayacaktır. O halde dolaylı olarak insan anlayışı da sorunsal hale gelecektir. Platon’un Parmenides diyalogunda kendisinin ortaya koyduğu eleştiriyi üçüncü adam argümanı ismini vererek Aristoteles somutlaştırmıştır. Bu eleştiriye göre idealar kuramının temel ilkeleri arasında çelişki vardır. Bu nedenle de bu ilkeler, İdeaların sonsuzca (ad infinitum) geriye gitmesine dolayısıyla da açıklanamamasına neden olmaktadır. İdealar kuramının mantıksal ilkeleri şunlardır:
• Bir’in çok karşısındaki üstünlüğü
• Kendini yüklemleme
• Kendisinden pay almama
• Eşsizlik
• Birlik
• Saflık
A, B, C gibi büyük nesnelerin olduğu bir küme düşünelim. İlk ilke gereğince bu büyük nesnelerin kendisinden pay aldığı bir Büyüklük Formu olmalıdır (L1). İkinci ilke gereğince “Büyüklük, büyüktür”. O halde (A, B, C, L1) ‘den oluşan ikinci bir çokluk oluşturabiliriz. Yine İlk ilke gereğince bu çokluğun kendisinden pay aldığı bir birlik olmalıdır (L2). Üçüncü ilke gereğince hiçbir idea kendisinden pay almayacaktır. O halde L1 ile L2 özdeş değildir. Ancak bu durumda Büyüklük ideasından iki tane elde etmiş oluruz. Bu ise ideaların biricik ve tek oluşuyla çelişir. Her ideadan sadece bir tane vardır. İçinde A, B, C, L1 ve L2’nin de bulunduğu bir başka çokluk oluşturabiliriz. Bu durumda aynı mantıkla L3 formuna ulaşabiliriz ve bunu sonsuza kadar yapabiliriz. O halde idea ile nesneler arasındaki ilişkiyi açıklayacak üçüncü bir şeye gerek vardır. Aristoteles’in verdiği örnekle insan ile insan ideası arasında üçüncü bir insan olmak zorundadır. O halde Görülen odur ki Platon felsefesinin zemini sanıldığı gibi sağlam olmayıp, bu sonsuz döngü son bulmadan ideanın ne olduğu açıklanmış olmamaktadır.