Felsefe tarihinde insanın neliği sorusu ilk çağdan beri çokça incelenmiş olmasına rağmen bağımsız bir disiplin olarak felsefi antropolojinin ortaya çıkışı 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. Niçin insan, kendisini felsefi bir sorun, bir bilgi nesnesi haline getirmek için bu kadar beklemiştir? Ancak 20. yüzyılda insan kendi sınırlarını kavradığı oranda, çevresine ilişkin bilgide sağlam temellere ulaşabileceğini anlamıştır. Peki insan kendi kendisiyle hesaplaşmak için neden bu kadar beklemiştir? Bilimde, sanatta teknikte hızla ilerleyen insanın aslında tüm bunlardan önce ilk yapması gereken kendi varlığına, amacına ve potansiyellerine ilişkin bir sorgulama değil midir?
20. yüzyıl bir taraftan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin doruk noktasına ulaştığı bir dönemken, diğer taraftan da iki dünya savaşı görmüş ve etkilerini derinden yaşamıştır. İnsanoğlu bir taraftan atomu parçalamanın sevincini yaşarken, diğer taraftan parçaladığı atomdan yaptığı bombalar ile binlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur. Akıl bir taraftan insanlığın gelişimi için yegane araçlar temin ederken, diğer taraftan da paradoksal bir şekilde araçsallaşarak savaşlarla, soykırımlarla, insan hakları ihlalleriyle insanlığı yeni türden bir barbarlığa düşürmüştür. Aklın bir tahakküm nesnesine dönüşmesi ve aydınlanma idealinin beklendiği gibi sonuçlanmaması 20. yüzyılda artık "insan nedir?" sorusunun daha detaylı bir şekilde incelenmesini gerektirmiştir. İnsan gerçekten de salt rasyonel, toplumsal ya da ekonomik bir hayvan mıdır, veya anatomistlerin parçaladığı bir kadavra, salt dokulardan, vücut sıvılarından meydana gelen kimyasal bir bileşik midir? İnsan ve insanın pek çok olanağı salt hormonel düzlemde açıklanabilir mi? İnsanın hayatını idame ettirişinde salt aklı mı yol gösterici rol oynar, yoksa insanı insan yapan yanları arasında tutkusal, duygusal, paradoksal seçimleri ya da inancı da var mıdır? Kısacası insanın metafiziksel bir boyutu var mıdır, insan diğer canlılardan yapıca farklı mıdır yoksa arada sadece bir derece farkı mı vardır?
Bu dersin amacı felsefi antropolojinin belli başlı temsilcilerini ele alarak "insan nedir?" sorusuna verilen yanıtlardan yola çıkarak, kendi benliğimize ilişkin bir sorgulama etkinliği gerçekleştirmektir. Bu amaçla 20. yüzyıl filozoflarına gelmeden önce Sokrates'ten başlayarak Platon ve Aristoteles üzerinden insanı incemek faydalı olacaktır. Sonrasında 19. yüzyıl filozoflarından Kierkegaard ve Nietzsche incelenerek 20. yüzyılda felsefi antropolojiye geçilecek; Scheller, Gehlen, Cassirer, Mengüşoğlu, Sartre, Heidegger ve Camus'nün görüşleri incelenecektir. Son olarak da her ne kadar felsefe tarihi kitapları içinde yer verilmese ve filozof olarak anılmasalar da Kafka, Dostoyevski ve Shakespeare'in kitapları incelenecek ve insanın sınır durumlarına dikkat çekilecektir. Bu noktada unutulmamalıdır ki, filozof olmak sadece felsefi doktrinler benimsemek veya büyük felsefi sistemler inşa etmek demek değil, filozofça yaşamaktır. O halde söz konusu üç düşünürün de filozof olmadığını sanmak hatalı olacaktır...
1 yorum:
Hocam Kafka, Dostoyevski ve Shakespeare ile ilgili yazılarınızı da paylaşır mısınız?
Yorum Gönder