Blogun amacı

Bu blog, felsefe bölümünde verdiğim "insan felsefesi" adlı dersin içeriğinin kısa bir özetinden oluşmaktadır, bu nedenle hedef kitlesi öncelikle dersi alan öğrenciler olmakla birlikte felsefeye gönül veren herkes bize katılabilir...

4 Mayıs 2012 Cuma

8.ders: Cassirer ve T. Mengüşoğlu'nun felsefi antropolojileri

Cassirer; kültür antropolojisi
 • İnsanın bir animal sembolikum olması ne anlama gelir?
• İnsanın bir realite dünyasında değil, fakat bir semboller kozmosunda yaşaması ne anlama gelir?
• İnsanın bir animal sembolikum olmasının, Kant’ın fenomen-numen ayrımı ile nasıl bir ilişkisi vardır?
• Kültür antropolojisi nesnel bir felsefi antropoloji kurulmasını sağlar mı?

Cassirer, insanın bir animal rationale değil, animal sembolikum olarak görmektedir. Bunun anlamı, insanın türsel olarak ayırıcı olan yapı farkının aklında değil, fakat semboller üretmesinde olduğudur. Ona göre insan, bir realite dünyasında değil, bir semboller dünyasında yaşar. Bu dünya ise dil, din, mitos, tarih, sanat, bilim, felsefe vs. den oluşmaktadır. Çünkü insan; dil, din, mitos, tarih, sanat, bilim ve felsefede sembol formlarının bir kozmosunu kurabilir. Bu kozmos, insana deneyimlerini, yaşantılarını yorumlamasını, anlamasını, düşünce dünyası ile bağlar kurmasını sağlar. O halde felsefi antropoloji, dil, din, mitos, tarih, sanat, bilim ve felsefedeki sembol formlarının yapısını ve niteliğini araştırmalıdır. Cassires’e göre insanın hayvandan eksik ya da fazla oluşuna dayalı hiyerarşik bir antropoloji insan nedir sorusuna cevap veremez. İnsan ve çevre arasında bağ vardır, insan çevresini kurar. Bu nedenle insanın hayvandan farklarından ziyade, kendi özelliklerine bakılmalıdır. Cassirer’e göre insanın en önemli ve ayırıcı özelliği semboller kuran bir varlık olmasıdır. İnsan dünyası bir semboller dünyasıdır. Bu semboller dil, din, mitos, tarih, sanat, bilim ve felsefedir. İnsana akıllı hayvan ya da toplumsal hayvan demek yetersizdir. Bir yeni Kantçı olan Cassirer için, insan yarattığı semboller aracılığıyla dünyaya baktığı için hiçbir zaman, hiçbir şeyin aslının nasıl olduğunu bilemeyecektir. Kant’ta zaman ve mekanın duyarlığın a priori formları olması nasıl, fenomenlerin gerçekte göründükleri gibi olup olmadıklarını bilmemizi engelliyorsa, Cassirer için de benzer şekilde kendi yarattığımız semboller de realitenin gerçekte nasıl olduğunu bilmemizi engeller. Ona tarihi sembolleriyle insan yaratmıştır bu nedenle de kendi kurguladığı biçimde realiteyi yorumlar, ancak realitenin kendinde nasıl olduğunu asla bilemez. Kültür antropolojisinin vardığı sonuçlar, insanın varlık yapısını, insan olmanın temel koşullarını değil, ancak ulusların özelliklerini ortaya koyabilir. Kültür, ulusaldır, varlık yapısı bakımından ulustan ulusa değişir ve yaratıcısı olan ulusun özelliklerini gösterir. Her ulusun kendine has özellikleri vardır. Oysaki felsefi antropolojin amacı insana ilişkin fenomenleri ortaya koymaktır. O halde kültür antropolojisi, felsefi antropolojinin araştırma alanının birliğini parçalamaktadır. Çünkü, insanın kendisini değil, insan gruplarının özelliklerini ortaya koymaktadır. Kültür antropolojisi, insanları çeşitli gruplara ayıran ırk antropolojilerinin bir devamıdır. Irk antropolojileri insanın varlık yapısını değil, belli insan gruplarının biyolojik-psikolojik özelliklerini saptayabilir. Ancak Gehlen’in daha önce ifade ettiği gibi, insan hangi ırktan ya da hangi kültür çevresinden olursa olsun, hangi kültür basamağı üzerinde bulunursa bulunsun, bu, insanın insan olarak kendisine özgü niteliklerini ortadan kaldırmaz. Bilgi, yapıp-etme, değer duygusu, inanma, özgürlük, tarihsellik, mitos, sanat, dil ve benzerleri bu çeşit varlık fenomenleridir ve bütün insanlara hastırlar. O halde felsefi antropoloji için önemli olan, hangi kültürden olursa olsun, insanın bilen, yapıp eden, değerlendiren, inanan vs. bir varlık olduğunu göstermektir. Bilginin, yapıp etmelerin düzeyi ve hedefi felsefi antropoloji için önemli değildir, çünkü insandan insana göre değişir. İnsanın Müslüman, Yahudi vs. olması değil, inanan bir varlık olması önemlidir. İnanmanın objesi tapınma şekli kültüre göre değişir. Ama inanmanın kendisi ortadan kalkmaz. Felsefi antropoloji için, mitosların yan yana durması değil, insanın mitos kurabilen bir varlık olması önemlidir. Hangi tarihe sahip olduğu değil, tarih kurabilen bir varlık olması önemlidir. Çeşitli sanatlarda ortaya çıkan üslup farkları değil, insanın sanat yapabilen bir varlık olması önemlidir. İnsanın hangi dili konuştuğu değil, konuşan bir varlık olması önemlidir. Unutulmamalıdır ki felsefi antropolojini sorusu, bütün insan grupları arasında ortak olan, bütün insanların taşıyıcısı olduğu, hiçbir zaman onlarda eksik olmayan özelliklerin ne olduğudur.

 Mengüşoğlu; ontolojik antropoloji
 • Felsefenin ontolojiye dayanması ne anlama gelir?
 • İnsanın varlık şartları/fenomenleri nelerdir?
• İnsan neden tüm varlık şartları ile açıklanmalıdır?

       Takiyettin Mengüşoğlu, insanın biyolojik özelliklerinden, hayvanlarla olan farklarından, ruh-beden düalizminden ya da bilinç alanlarından hareketle açıklanmasının tek yanlı olduğunu ifade eder. Ona göre felsefi antropoloji, ontolojik bir zemine dayanmalıdır. İnsanın somut varlık fenomenlerinden hareketle, salt bazı özelliklerine indirgenmeden ve parçalanmadan bütüncül bir şekilde açıklanması gerektiğini düşünen Mengüşoğlu için bunun tek yolu ontolojiden ancak Aristoteles ya da Platon ontolojisinden değil, Hartmann’ın yeni ontolojisinden geçmektedir. Ona göre felsefi antropoloji insanı, fenomenlerinden soyutlayarak bir yere varamaz çünkü nerede insandan söz edilirse orada insanın ondan ayrılmayan fenomenleri vardır. İnsan; bilen, yapıp-eden, değerlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören, önceden belirleyen, isteyen, özgür olan, tarihsel olan, ideleştiren, kendini bir şeylere adayan, seven, çalışan ,eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, teknik yaratan, sanat yapan, bilim yapan, konuşan ve biyo-psişik bir yapıya sahip olan bir varlıktır. Mengüşoğlu tüm bunlara insanın fenomenleri ya da varlık şartları demektedir. Ona göre insanın tüm varlık şartları birbirleriyle ilişkilidir bu nedenle onlardan birini ya da bazılarını ön plana çıkarmak bu ilişkileri görmezden gelmektir. İnsanın yapıp eden bir varlık olması için aktif olması, yapıp ettiklerini bilmesi gerekir. Ne yapacağını bilmeyen biri hareketsiz kalır, pasif kalır. Ancak hayat bir akıştır ve duraksamalar yoktur. Yine de bu sonsuz yapıp-etmeler belli bir sıraya göre düzenlenir. Bu sırayı insan değerlerin sesini duyan bir varlık olması ile seçim yaparak, bazı yapıp-etmeleri öne alarak, bazılarını sonraya bırakarak düzenler. Yani eylemler arasında bir ayrım yapar. İnsan tek başına değil, başkalarıyla birliktedir. Dolayısıyla diğer insanlara ve onların yapıp etmelerine kayıtsız kalamaz. Tavır takınan bir varlık olması ile, her alanda kararlar, önlemler alır. Ancak bu tavır takınmalara rastgele değildir, önceden görmeyi ve belirlemeyi gerektirir. Yoksa insan hiçbir amacını gerçekleştiremez. Hem günlük hayatında hem de iş hayatında, devlet işlerinde, bilim ve teknikte hep bu öngörmelerle yol alır. Ancak tüm bunların arkasında insanın isteyen bir varlık olması yatar. İnsan bir istemi olmaksızın bir eylemi ancak geçici bir süre için yapabilir. Ancak insan bir otomat değildir, zorlandığı işi değil, istediği işi yapabilir. İnsanın istediği şeyi yapabilmesi içinse özgür olması gerekir. İnsanın özgürce yapıp-etmeleri şimdi ile sınırlı değildir, insanın dünü ve yarını vardır. Yapıp-etmelerinde kesintisizlik vardır. Ancak bu kesintisizlik kendiliğinden olan bir şey değildir. İnsan, tüm bunları birbirine bağlar. Tarihsel bir varlık olduğu için yapıp-etmeleri arasında süreklilik vardır. İnsan, çok ağır ve kötü durumlarla da karşılaşabilir. Ancak ideleştirme, anlamlandırma ve değer görme yeteneği ile hayatını yaşanılır kılar. İnsan yaşadığı durumlara anlam veremediğinde, değer göremediğinde artık yaşayamaz olur. İnsan seven, kendini bir şeylere adayan bir varlık olduğu için bilimde, felsefede, sanatta ilerler. Ancak sevmek ve kendini adamak bunlar için yeterli değildir. İnsan çalışan bir varlık olduğu için, eğiten ve eğitilen bir varlık olduğu için gelişir ve başarılar ortaya koyar. İnsan yalnız yaşayamaz, tüm yapıp-etmelerini toplum içinde gerçekleştirir. Ancak insanın yapısı disharmoniktir. Yani hem iyiyi, hem kötüyü olmak üzere pek çok zıtlığı içinde barındırır. Bu disharmonik yapıyı dizginlemek için de devlet kurmuştur. Devletin koruyuculuğu altında insan başarıları gelişir. O nedenle devlet hem bir insan başarısı hem de diğer başarıların taşıyıcısıdır. İnsan sanat, bilim ve felsefe yapar. Hayatına başarıları ile anlam katar İnsan inanan bir varlıktır. İnanma salt dogmatik anlamda, bir dine inanma anlamında değildir, inanmayan bir varlık çalışamaz, yapıp-etmelerini ideleştiremez. İnsan tüm bunları dile sahip olan bir varlık olmasaydı gerçekleştiremezdi. Tüm başarıları dil sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılır, dil, insanın bir başarısı değil, insanla birlikte ortaya çıkan bir varlık tarzıdır. İnsan belli bir biyo-psişik varlık yapısına sahip olduğu için tüm bu fenomenleri gerçekleştirebilir. O halde insanı bir bütün olarak ele almak, tüm fenomenlerinin birbirleriyle ilişkili olduğunu görmek gerekir.

Hiç yorum yok: